MENU

Hafize Değer: With 1∞s of Thanks

Former RC history teacher Hafize Değer sets the historical context for the founding of the Republic once more for RCQ, as she has done myriad times in class.
COVER STORY

By Hafize Değer, former RC history teacher 

The transition from governance by fear based on authority derived from the heavens to a system where order is established by law and the authority to govern is derived from the people has been challenging, in the history of humanity, as well in the history of our nation. The problems in world trade before World War I, the economic decline in material production1, and the search for raw materials made the Ottoman Empire a target of imperialism. The unique economic structure of the Ottoman Empire was not capable of meeting this wave, leading to its collapse as a result of the war.

The signing of the Armistice of Mudros, while physically delineating the borders of the homeland to be defended, also necessitated the establishment of a national and fully independent state due to the harshness of its conditions, unjust occupations, and the indifference of the Caliph Sultan to the events. 

Feeling responsible for the future of the country, a young cadre, brought up in the intellectually diverse environment of the Second Constitutional Era, well-educated and embracing the values of the modern world, rose to this task. The West they aspired to had occupied the homeland, and the East they lived in had fallen into deep despair and helplessness. The revolutionary and anti-imperialist thoughts they harbored sought a solution to this despair. They were part of the struggle that started with the idea of "fixing the State," that evolved into "saving the State," and finally reached the determination to "save the Nation." None of the liberation prescriptions, ranging from demanding a mandate regime to seeking regional liberation had clarity in meaning and purpose, until Mustafa Kemal's results-focused slogan "Independence or Death!"

The Turkish Revolution, shaped by his genius, was, on one hand, a rebellion against the surrendering Sultan indifferent to the occupations and, on the other hand, a War of Liberation from both the remnants of the outdated order and the occupation by imperialist powers. It also meant the establishment of a new state based on national sovereignty.2 Due to the corruption of Ottoman-style feudalism and the inability to go through socio-economic processes similar to continental Europe's capitalist production relations, the Turkish Revolution lacked strong class support. The struggle that began with the support of a handful of intellectuals, artisans, and notables instilled the belief that the primary and decisive force was the people at every stage. Thus, the support of the people for the struggle was ensured.

The call to turn the entire country into a "war front," though resisted in some places, was mostly answered, and after historically unprecedented much sacrifice and following the definite and decisive military victory, the existence of the new state was confirmed by the Treaty of Lausanne.

With the convened congresses, the establishment of the Grand National Assembly, and the abolition of the monarchy, political power shifted from Istanbul and the Sultan to the hands of the people. Mustafa Kemal, by uniting the Kuva-i Milliye Societies under the spirit of Defense of Rights, established the dominance of the people's will over the governance. This governance is the Republic itself. The fundamental principle of this structure, which distinguishes it qualitatively from all the states established in Turkish history up to that day, is national sovereignty, and its main institution is the Grand National Assembly of Turkey (TBMM).

While the Republic marked the end of an era, it also fully launched the struggle to join contemporary civilization. This was achieved through radical reforms in education, law, economy, language, writing, and culture. The consecutive enactment of the Revolutionary Laws solidified the changes in societal life a result of historical necessities.

That the cadre that realized the Anatolian Revolution could not fully become a "Regime Cadre," is a fact. Indeed, the difficulties encountered in the process of secularization, gaining momentum with the abolition of the Caliphate, were overcome thanks to the rational, patient, and strategic approach of the Great Leader.

Atatürk, the founder of the Republic, bequeathed it as a gift to his people and as a trust to the Turkish Youth. As we enter the second century of the Republic, our duty is to walk with determination on the path of contemporary civilization opened by the incomparable Atatürk, with a conscious and objective connection with the past.

---------

1 The long-term depression experienced in the world economy between 1873-93 was the most important phenomenon that triggered World War I.

2 While the war was being fought on the Western front, the creation of a new Constitution behind the front was a result of the genius of Mustafa Kemal.


1∞’LERCE TEŞEKKÜR

İnsanlık tarihinde olduğu gibi, ulusal tarihimizde de, düzeni korku’nun sağladığı ve yönetme erkinin gök’lerden alındığı yönetim anlayışından, düzenin yasa’yla sağlandığı, yönetme yetkisinin halk’tan alındığı anlayışa geçiş zorlu olmuştur.

I. Dünya Savaşı öncesinde dünya ticaretinde yaşanan sorunlar, maddi üretimde yaşanan gerileme1 ve hammadde arayışı, Osmanlı Devleti’ni emperyalizmin hedefi haline getirmiş; Osmanlı’nın kendine özgü iktisadi yapısı, bu dalgayı karşılayacak güçte olmadığından, savaş sonucu çökmüştür.

İmzalanan Mondros Ateşkesi, bir yandan savunulacak vatan’ın sınırlarını fiilen çizerken, bir yandan da koşullarının ağırlığı ve haksız işgallere yol açması ve de Halife Padişah’ın yaşananlara kayıtsız kalması nedeniyle, ulusal ve tam bağımsız bir devletin kurulma zorunluluğu doğmuştur.

II. Meşrutiyet’in yolunu açtığı fikri çeşitlilik içinde yetişen ve kendilerini “ülkenin geleceğinden sorumlu” hisseden, iyi eğitimli ve modern dünyanın değerlerini benimsemiş bir genç kadro bu göreve talipti. Yüzlerini döndükleri Batı, memleketi işgal etmiş; içinde yaşadıkları Doğu ise, derin bir umutsuzluk ve çaresizlik içine düşmüştü. İçlerinde yaşattıkları devrimci ve anti-emperyalist düşünce ise, bu umutsuzluğa çare arıyordu.

Onlar, “Devlet’i düzeltmek” fikrinden yola çıkıp, “Devlet’i kurtarmaya” evrilen ve nihayet “Millet’i kurtarma” kararlılığına ulaşan mücadele sürecinin bir parçasıydılar. Gelinen noktada, manda rejimini talep etmekten, bölgesel kurtuluşu istemeye varan, ancak anlam ve amaç bakımından belirsizlik içindeki kurtuluş reçetelerinin hiçbirisi, Mustafa Kemal’in “Ya İstiklal Ya Ölüm!” parolası kadar sonuç odaklı olamamıştır.

O’nun dehasıyla şekillenecek Türk Devrimi bir yanıyla işgallere karşı tümüyle kayıtsız kalan, teslimiyetçi padişaha karşı bir isyan, bir yanıyla tasfiye edilmeye çalışılan köhnemiş düzenin artıklarının yol açtığı iç isyanlara ve emperyalist güçlerin işgaline karşı bir Kurtuluş Savaşı niteliğinde olup, bir yanıyla da yeni ve ulusal egemenliğe dayalı bir devletin kuruluşu anlamını taşır.2

Osmanlı tipi feodalitenin yozlaşması ve Kıta Avrupa’sı benzeri kapitalist üretim ilişkileri ile sosyo-ekonomik süreçlerden geçilememesi nedeniyle, Türk Devrimi, güçlü bir sınıf desteğinden yoksundur. Öyle ki, bir avuç aydın, esnaf ve eşrafın desteğiyle başlayan mücadelenin her evresinde, asli ve belirleyici gücün halk olduğu inancı topluma aşılanmıştır. Böylece, halkın mücadeleye desteği sağlanmıştır. 

Yıllarca süren savaşların ardından, tüm yurdu yeniden “savaş cephesi” haline getirmek çağrısı yer yer direniş görse de karşılık bulmuş ve tarihte benzeri görülmedik bir özveriyle kazanılan kesin sonuçlu askeri zaferin ardından Lozan Anlaşmasıyla yeni devletin varlığı tescil edilmiştir. 

Toplanan Kongreler, açılan BMM ve saltanatın kaldırılması ile siyasi iktidarın odağı İstanbul ve Padişah’tan halkın eline geçmiş; Mustafa Kemal, Müdafaa-i Hukuk ruhuyla Kuva-i Milliye Cemiyetleri’ni birleştirerek, halk irade’sini idare’ye hakim kılmıştır. Bu İdare cumhuriyet’in ta kendisidir. Türk tarihinde o güne değin kurulan tüm devletlerden nitelik olarak ayrışan bu yapılanmanın temel ilkesi ulusal egemenlik, ana kurumu TBMM’dir.

Cumhuriyet, bir dönemin sonuna işaret ederken, çağdaş uygarlığa katılma savaşını da tam anlamıyla başlatmıştır. Bunu da; eğitim, hukuk, iktisat, dil, yazı ve kültür alanlarında yapılan köklü devrimler yoluyla sağlamıştır. Toplum yaşamındaki değişimleri kökleştiren Devrim Yasaları’nın art arda çıkarılması, tarihsel zorunlulukların bir sonucudur. 

Anadolu İhtilali’ni gerçekleştiren kadronun tam anlamıyla “Rejim Kadrosu” haline gelememesi bir vakıadır. Nitekim, Hilafet’in kaldırılmasıyla ivme kazanan laikleşme sürecinde karşılaşılan güçlükler, Büyük Önder’in akılcı, sabırlı ve stratejik tutumu sayesinde aşılabilmiştir. 

Atatürk, en büyük eseri olan Cumhuriyet’i halkına armağan, Türk Gençliği’ne emanet etmiştir. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken bizlere düşen görev, geçmişle bilinçli ve objektif bir bağ kurarak, eşsiz Atatürk’ün açtığı çağdaş uygarlık yolunda kararlılıkla yürümektir. 

--------

1 Dünya ekonomisinde 1873-93 yılları arasında yaşanan uzun vadeli depresyon, I. Dünya Savaşı’nı tetikleyen en önemli olgudur. 

2 Batı cephesinde savaş verilirken, cephe gerisinde yeni bir Anayasa yapılması Mustafa Kemal dehasının bir sonucudur.


Published January 2023

Do you allow us to use Google Analytics cookie in order to improve our site and provide you with a better user experience? By clicking on Detailed Information, you can access the cookie settings and our Cookie Policy, and get detailed information about the cookies we use and our data processing purposes.
CONTINUE
REJECT
DETAILED INFORMATION